Cehalet bazı toplumların kaderi mi?

Günümüzde dini siyasete alet eden bir güruhun toplumu sarmalına almasının nedenlerini düşünüyor olmak bu konuda sürdürülen, sürekli üstü örtülen zihin bulanıklığını aralamada sarf edilen değerli bir çaba olacağını düşünüyorum.

Dini icat eden insan oğlu, icat ettiği şeye yabancılaşarak dinin hegomanyasının cazibesine kapılmıştır. Dinsel metinler kutsallık atfettikleri kitaplara ve otoriteye itaat etmeyi öğütlemesiyle ünlenmiştir. Burada ele aldığımız konu ne tarihsel açıdan din sosyolojisi nede işlevsiz bir Tanrı’nın eleştirisidir.

Dincilik kisvesi altında geliştirilen gericiliğin / yobazlığın neden dinle atbaşı gittiğini irdelemektir. Yobazlık, bağnazlık, gericilik neden din kisvesi altına gelişiyor?

Din yobazlığı, bağnazlığı, gericiliği neden besliyor?

Bütün yolların Roma’ya çıkar teriminin esprisi gibi sorun dönüp dolaşıp cahilliğe çıkıyor.

Bu konuya dışarıdan bakan bağımsız bir gözlemci ise, suçun tamamını mevcut gericiliğin kendisindeymiş gibi görür. Aslında bu bir yanılsamadır.

Bu yanılsamanın tarihsel açıdan bir çeşit kuluçkaya yatmış olan asıl suçlusu, evlatlarını iyi bir şekilde yetiştiremeyen iyi eğitim veremeyen cahil kadınlardır.

Elbette amacım bu kategoriye giren cahil kadınları direkt olarak suçlamak değildir, elbette bu geleneği bir miras gibi devraldıkları için böylesi bir statüye boyun eğmekten başka yapabilecek öz deneyimlerden yoksun oluşlarından bu paradigmanın nesnelliğidir.

Toplum içinde gemi azıya almış gericilerle uğraşılması sivrisineklerle uğraşılmaya benzer. Bataklığın kendisi nedense atlanıp görmezlikten gelinir. Şunu herkes kafasına sokmalı ki, kadınlar cahil kaldıkça bu cehalet hep var olacaktır. Sonrada diyoruz bu gerici yobazlar kadının kıçıyla başıyla neden bu kadar uğraşıyor…

İnandıkları dinde bile cinsellik ödülü var. Her erkeğe Cennette 72 tane Huri ile ödülleneceğine inanan her erkek birde cahil ise neden dünya evinde kadınların giyimine, neden kadınların kıçıyla başıyla uğraştıklarını anlamak zor olmasa gerekir.

Erkeğe vaat edilen 72 Huri güzel hoş lakin kendi karılarına verilecek 72 tane Nuri verilip verilmeyeceğini sorgulamasını asla yapamazlar. Çünkü dinde sorgulamak yasaktır…

Eğitimsiz cahil bir kadının elinde yetişen erkek çocuğa din kisvesi altında örtük bir şekilde kadının kıçıyla başıyla uğraşabilmenin eğitimi diğer bir deyişle devraldığı gelenekleri aktarır. Eğitimsiz cahil anneden eğitimi alan çocuk yetişkin olduğunda kadınlar hakkında bir çeşit kural hükmeden, kural koyan, egemen erkek toplumunun fert sürüsüne katılır.

Elbette konumuz egemen erkek toplumundaki gericiliğin müsebbipleri olunca gerek mutaassıp gerekse tutucu bir aile bileşkesinde kız çocuklarının fazla seçme hakları olmadığı için, din içerikli gericiliğin yapı taşlarını oluşturan etkili ve etken, bir bakıma kolay malzeme olan, erkek çocuğu temel alınmıştır. Konuya bir başka açıdan örnek vermek gerekirse; mesela gericilikten nemalandığı açıkça belli olan Sebahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. ünvanlı bir öğretim görevlisi cahilliğe neden methiyeler dizerken kendi okumuşluğuna hiç de lanetler diziyor gözükmüyor? Bu derin paradoksun yapısal özelliği özünde bu kadar açık olabilirdi.

Gericilik düzeninden nemalanan bu şahıs ne söylemişti hatırlayalım: “Bizde de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede” demişti. Gericilik düzeninden nemalan bu şahsiyet cahilliğe övgü yapayım derken, kendine güvensizliğini çok iyi anlatmış.

Cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin feraseti kendisine benzemeyen bir okumuşa neden güvensin?

Zaman zaman bu kazana odun atan bu türden farklı kişiler çıksa da konumuz din içerikli gericiliğin müsebbibi bataklığın tanımlanmasıdır. Konumuza dönecek olursak cahil bir annenin yetiştirdiği cahil erkek, toplumsal kategoride din tanstanslı gericiliğin verimli olarak kullanışlı aslında  doğada az rastlanan nadir elementler gibi kendine özgü çok özel malzemesidir.

Cahil bir annenin elinden yetişmiş dini kendisine rehber edinmiş gericiliğe eğilimli her birey, bu çarkın dönmesi için doğal olarak kendi kız çocuklarının okumasını istemezler.

Kız çocukları cahil bırakıldıkça, cahil annelerin yetiştirdiği gerici tutucu aile fertleri toplumsal camiada önemli bir yer tuttukları için tarikatların çoğalmasını tetikler. Toplumsal açıdan aydınlanmanın önünde engel olan gericiliğin hakimiyeti palazlanmaya başlar. Gericilik doğası gereği, elverişli örgütlenmeyi oluşturduğunda bu kez devleti ele geçirir. Yukarda değindiğim gibi, bataklığın nedeni sivrisinekler değil, sivrisinekleri üreten bataklığın kendisidir. Diğer bir anlatımla bataklık bireysel olarak gerici, tutucu, bireyler değil, bataklık cahil bırakılan anne adayları kadınlardır. Eğitimli donanımlı kültürlü kadınlar, kültürlü, donanımlı, eğitimli çocuklar yetiştirir.

 _Ali Galip Sayilgan_

 

 

GENEL kategorisine gönderildi | Cehalet bazı toplumların kaderi mi? için yorumlar kapalı

Makarnacılığın tarihsel yazgısında sürrealizm nasıl şekillenir?

 

MAKARNACILĞIN TARİHSEL YAZGISI SÜRREALİZMDE NASIL ŞEKİLLENİR?

Seçimlere çok az bir zaman kaldı, Türk halkı bir kez daha makarnacılar karşısında yeni bir alicengiz oyununa gelecek mi doğrusu çok merak ediyorum.

Aslında o kadar çok şey merak ediyorum ki bunları sırasıyla sıralasam her cümlemin sonunda mecburen ‘merak ediyorum’ tamlamasını kullanacağımdan dolayı sıralamıyorum.

Her şeyden önemlisi seçimler güven içinde yapılacak mı? En merak ettiğim şeylerin başında gelen bir konu…

Suça bulaşanların psikolojisinde, tarihin hiçbir döneminde kendi cennetini tıpış tıpış devredip, yargılanmayı göze alacağını, İnsanlık tarihi şahit olamadı.

Hırsızlıklarını bizzat suçüstü yapan Fetöcülerden arınmak için 15 Temmuz’u örgütleyip sahneye koyan Erdoğan’ın kendisidir. Binlerce kanıtın yanında en basit kanıtını size söyleyeyim. Eğer 15 Temmuz’u kendileri planlayıp uygulamaya koymasalardı yurdun dört bir tarafında minarelerden selâ verilemezdi. Selalar bir plan gereği yurdun dört bir yanında uygulama konulmuştur.

Cümle alem biliyor ki diploması olmayan cahil bir insan tarafından sahte diploma yoluyla Türkiye Cumhuriyeti’ni trolleyen bir şahsiyet olarak tarihe geçmiş bir şahsiyet konumundadır.

İşbirlikçi bir muhalefet sayesinde 20 yıldır bu ülkenin başına diplomasız bir şekilde nasıl musallat olduğunu, kralın çıplak olduğunu hepimiz biliyoruz.

Tayyip Erdoğan’ın gerçekte diploması olsaydı eğer, o diplomayı gözümüze kanırta kanırta bir milyon kez sokacağını herkes biliyor.

Bunu bilmeyen kim vardı dersek tabiiki saray işbirlikçisi muhalefet. Saray işbirlikçisi muhalefet hangi protokol karşılığında diploma konusunda suspus olup sessizliğe büründüğünü açıklamak zorundadır.

Yıllardır kaçak saray edebiyatı yapıp tıpış tıpış kendi ayaklarıyla saraya gidip kaçak sarayı meşrulaştıran saray işbirlikçisi muhalefet vebal altındadır.

Türk halkının alın terini doğmamış çocukların rızkını hortumlayarak dünyanın sayılı zenginleri arasına katılan Erdoğan, ailesi ile birlikte her türlü imtiyaz içinde sarayda beslenmeye devam ediyor.

Belediye başkanlığı döneminde ‘bir tek yüzükle siyasete girdiğini’ söyleyen Erdoğan, bu sözüne sadık kalamayıp servetinin kaynağını hiçbir zaman açıklayamayacak şüpheliler arasındadır.

Hayatında bir saat çalışmışlığı olmayan Bilal Erdoğan ve Kardeşi Burak Erdoğan, maalesef bugün milyonlarca dolara hükmeden döviz milyoneri konumunda.

Türkiye’yi soyup soğana çeviren AKP ve Erdoğan ailesi Türk halkının zenginliğini çalan kara bir leke olarak tarihe geçecek.

Kömürle, sosyal yardımla besledikleri cahil makarnacılar tarafından ülkenin düşürüldüğü bu durum karşısında vicdanları ne kadar sızlayacak, doğrusunu isterseniz sandıkta bunları da göreceğiz.

Doğrusunu isterseniz sürrealizm akımında makarnanın dayanılmaz hafifliğini merak etmiyorum dersem o lezzetli makarna soslarına ihanet olur.

_Ali Galip Sayılgan_

POLİTİKA kategorisine gönderildi | Makarnacılığın tarihsel yazgısında sürrealizm nasıl şekillenir? için yorumlar kapalı

TALİBAN’IN ÖLÇÜLERİNE GÖRE HERKES GÜNAHKAR

Taliban’a göre,  masum ve günahsız olmak için doğmamış olmak gerekiyormuş!

Peki bu Müslümanlık dünyasında bu türden sivri zekâ akıl tutulmasına yani bu kurala  ‘günahkarlığa’ kendileri de dahil mi?, bilinmez.

Erki elinde tutan idealist felsefeye hizmet eden dinsel her örgütlenme sözde kendi Tanrılarının dinini en iyi şekilde temsil ettiklerini iddia ederek  (elbette) kendilerini ‘günahkarlıktan’ muaf tutacaktır.

Unutmayın bütün boktan işler Tanrı adına yapılır.

Yukarıdaki başlığımıza gelecek olursak kendilerini Tanrı adına savaştıkları için, Tanrı adına bu düzeni sağladıkları için haliyle kendilerini günahsız sayacaklarıdır. Topluma dikte edecekleri bu öğreti ile baskı altında tutup zulüm uygulayacaklardır.

Hamuru gericilikle yoğrulmuş ilkel ve cahil insan motivasyonuyla oluşturulmak istenilen toplumsal düzende insan haklarıyla barışık güzel bir düzeni umuyor olmak bile eşyanın kendi tabiatına aykırılık yasasını ters yüz etmek gibi bir şeydir. İster istemez Taliban düzeninde baskı, şiddet ve katliam kaçınılmaz olacaktır.

Aslında en uç noktadan düşününce Afganistan da Taliban’ın iktidarı ele geçirmesine iyi oldu şeklinde baktığım anlar oluyor. Elbette bu yaklaşımıma itiraz edenler olacaktır, şurası bir gerçek ki; zaman zaman bende (kendi kendime) bu türden düşüncelerime itiraz ettiğim oluyor, bu çok normal.

Bazen bir insan başkalarının düşüncelerinden etkilenip düşünce geliştirmek istemiyorsa, kendi içinde olumlu olumsuz düşünceleri sentezlediği fırtınalardan kendine özgün sağlam düşünceler elde edebilir. Buradan yola çıkarak diyebilirim ki; Bir öğreti denenmeden tarih sahnesinden silinemez,  buna mukabil Taliban’da denenmeden tarih sahnesinden silinemez.

Muhalefette kaldığı sürece mitleştirdikleri düzene karşı  öğretileri her zaman güçlenecektir ve nitekim de Taliban yıllar boyunca Afganistan dağlarda gelişerek büyüdü. Ve şimdi muradına ermiş oldu. İktidarı tamamen ele geçirdi.

Toplumsal şekillenmeden dolayı halve gidişleri  birbirine (tıpkısının aynısı gibi)  benzemese de siyasal İslam’ın ipliğinin pazara çıkması açısından  kaçınılmaz olarak birbirine  benzeyecektir. Yaşayıp göreceğiz.

Çünkü bu süreci  bizler Türkiye’de yaşıyoruz. 18 yıldır iktidarda olan siyasal İslam’ın takiyecisi olan AK- Parti’nin, yaptığı hırsızlıklarıyla, ülkeyi göz göre göre soyduğu gibi her türlü karanlık yasadışı pis işleri,  nasıl birbir ipliği pazara çıkıyorsa Taliban’da benzer süreci kendi doğası gereği kaçınılmaz olarak  tekrar edecektir. İslam’ın tarihsel özelliği olan yağma ve talan diye bilinen ganimet ideolojisi modern çağda hırsızlığa övgünün kendisidir.

Aynı bu yazımızın başlığına konu olan Taliban’a göre ‘herkes günahkâr’ sivri zekalığı gibidir. Bir tek günahkâr olmayan kendileri olduğu için, hırsızlıkta bunun gibidir. Kendileri çalarlarsa mubahtır halktan biri çalarsa ya eli kesilir ya da kafası kesilir.

Asıl şimdi Afganistan kendi küllerinden ya yeniden doğacak ya da Taliban ile birlikte cehenneme daha çok odun taşıyarak yok olup gidecektir.

_Ali Galip Sayilgan_

GENEL kategorisine gönderildi | TALİBAN’IN ÖLÇÜLERİNE GÖRE HERKES GÜNAHKAR için yorumlar kapalı

‘AŞI OLMAYANLAR YÜZÜNDEN RİSK ALTINDAYIZ’ DİYENLERE HÖST! DİYEBİLMEK…

Hava fena halde ağır, bağır bağırabildiğin kadar, bağırtın kuru gürültün kendi duyduğun kadardır. Kendi duyduğumuz kuru gürültümüz içinde propaganda içerikli dayatmaları çözümlemeye, başkalarını ikna etme yerine, kendi kendimizi ikna etmeye çalışmaktan aslında başka bir şey yapmıyoruz.

Yukarıda resim formatında verdiğim iki haber var birisi Cumhuriyet Gazetesinin (1) diğeri ise Sözcü Gazetesinin. (2) ‘Aşı karşıtı Covit 19’a yakalanıp ölmüş’ şeklinde bir aşı karşıtını haberleştirmiş. Sözcü ise ”Pfizer / BioNTech aşısından ölen 24 kişiyi” haberleştirmiş.

Geçen bir arkadaşım bir paylaşımımın altın link vererek yazmış ” Covid’e yakalanıp durumu ağır olan aşı karşıtı hastalar, doktorlara yalvarıyormuş. ‘Ne olur aşı vurun bize’ diye. Ama doktorlar, ‘çok geç’ diyormuş. ‘Daha önce aklınız neredeydi? diye soruyorlarmış. Yukarıdaki haber bunu anlatıyor.’’, şeklinde İngilizce yayınlanmış sözde bir haber. 

Haberi inceledim pek sağlıklı bulmadım, aşı olmak istemeyenleri etkilemek için yapılmış çakma bir habere benziyor.

Bu türden propaganda haberlerini kaynak gösterenlere bir veri olsun diye Sözcü Gazetesinin haberiyle birlikte Cumhuriyet Gazetesin haberlerini kapak konusu yaptım. Hangi ülkelerde aşıdan kimler nasıl ölmüş ayrıntıyı aşağıda verdiğim linkten ayrıntısını inceleyebilir.  

Böyle çakma haberlere niye ihtiyaç duyuyorlar anlaşılır gibi değil, diyelim ki haber doğru, ayrıca aşı olmayan birinin korona virüsüne yakalanmasından daha doğal ne olabilir ki?

Aşı olmayan bir kişinin korona virüsüne yakalanması çok normal anormal olan iki doz aşı olanların korona virüsüne yakalanmasıdır. İki doz aşıyı olup 18 İsviçreli neden öldü? (3)  Asıl buna verilecek bir cevabınız olmalıdır değilmi? Sanıyorum bu soruma yanıtınızı boş yere bekler olacağım.

Aşı olanlar korana virüsüne yakalanıyorlarsa biz bu aşıyı neden olduk diye kendini ve yetkilileri sorgulamaları gerekir. İşin hoş tarafı, aşı olanların hiç birisi yetkilileri kesinlikle sorgulayamaz olmalarıdır.

Aşı olurken boşa kâğıt imzalatmıyorlar, hiçbir konuda dava açmayacağına dair aşı olan bireyden taahhüt aldıkları için, aşı olan birey hiçbir koşulda davada açıp tazminat isteyemiyor.

Ölen öldüğüyle kalıyor aşı zombisi olmak için üçüncü ve dördüncü doz aşıyı beklemek durumunda kalıyorlar / kalacaklar. Her uydurulan varyant ile üçüncü dördüncü doz aşıyı olmak için sıralarını bekleme umuduyla baş başa kalacaklar gibiler.

Her başarısızlıklarında varyant uydurmaları işte bu yüzdendir.

Bunca zamandır aşıların başarısızlıklarını varyantla üzerlerini örtmeye, gerçeği gizlemeye çalıştılar. Şimdi de başarısızlık isim listelerine bir bakalım: Lambda, Kappa, Lota, Theta, Zeta, Epsilon, Gamma, Beta, Alfa, Delta (4)

Açık artırmaya girmiş bir ürün gibi, yok mu artıran?, diyesi geliyor insanın…

Bu varyantlara dikkat edin, uydurulan her bir varyant korku ikliminin kendisidir.

Dünya düzeninin değiştirilmesi için planlanan kuş gribi, domuz gribi gibi deneme sürümleriyle altyapısı oluşturulan strateji retoriğin son hali Covit 19, korona virüsüdür. Bu işin sekretaryası da DSÖ’dür.

DSÖ tarafından fonlayarak beslediği daha önce hiç tanımadığımız ismini cismini bilmediğimiz bir anda peydahlanan özel habercilerle sabah akşam korona’dan kaynaklı ve ölüm haberleriyle sağlıklı insanların psikolojisi bozma stratejisinin ana dayanağı ölümü gösterip sıtmaya razı etme öğretisinden beslenmektedir.

Bu propagandadan etkilenen binlerce insan aşı kuyruğuna girmelerinden yola çıkarsak bu konuda nispi başarı sağlamış olsalarda başarıları yeterli değil.

Her şeyden önce şu çok iyi anlaşılmalı ben aşı karşıtı değilim, aşı karşıtı birisi olsaydım en yakınım olan eşimi etkilerdim. Eşim kendi iradesiyle iki doz BioNTech oldu.  Aşı olmak isteyen insan tabiiki aşısını olmalıdır. Şahsi fikrimi belirtmem gerekirse ben aşı olmayı düşünmüyorum. Ben kimsenin özgür iradesine karışamam. Aşı olan kimi kendinden menkul şahsiyetler, benim özgür irademe karışmaya, yaptırım uygulattırmaya hakları yoktur.

‘Dünya Sağlık Örgütü’ (DSÖ) denilen çetenin emirlerine uymak zorunda değilim. Dünya Sağlık Örgütüne üye ulus devletleri ne gibi taahhütler verdiler bu benim sorunum değil. Ulus devletlerin kendi aralarında vardıkları Consencius ile tek merkezden uygulanan dayatmaları deşifre etmek aklıselim düşünen sorgulayan her duyarlı insanın başlıca görevidir. Aşı olmak isteyen buyursun aşı olsun herkes kendi özgür iradesiyle bu seçimi benimser.

Ben aşı olan bir insana nasıl aşı olma demiyorsam, aşı olupda onurlu irademle atbaşı giden kişilik haklarımı hazmedemeyen kendinden menkul, kendine vazife biçen, şahsiyetler aşı olmak istemeyen insanlara aşı olacaksınız dayatması yapmasın. Herkes haddini bilsin. Olduğun aşı seni korumuyorsa aşı olmayanlar size ne yapabilir ki? Bunu aşı olmadan önce düşünecektin.

Covit 19 diğer bir adıyla korona denilen bir virüs söz konusudur bir sürü insanın bu virüsten etkilendiği de ayrı bir gerçekliktir. Uygulanan aşı ne kadar koruyucu bu tartışmalıdır.

Resmi ağızlara bakarsak 2 doz aşı olana korona bulaşmayacağının taahhüttü yaptıkları propagandanın içindeydi. Sabah akşam ölüm haberleriyle yaptıkları propaganda ile insanları 2 doz aşıya razı ettiler.  Aşı olmalarına rağmen korona virüsüne yakalananlar ortaya bir bir çıkmaya başlayınca ansızın bir anda ağız değiştirdiler.

Soralım o zaman hani iki doz aşı olunca korona virüsü aşı olanların yakınından bile geçemeyecekti, ne oldu?

Şimdi de diyorlar ki aşı olmayanlar yüzünden risk altındayız diyenlere HÖST! , diyebilmek yerinde ve makul bir cevaptır.

Siz kendinizi aşı olarak garanti altına aldınız konumunuz diğer bir deyişle arkanız sağlam olması gerekiyor.

Asıl ortada risk varsa aşı olmayanlar için vardır. Bırakında bunu aşı olmayanlar düşünsün.

Aşı olmayanları bir şeyleri bahane ederek kendilerinden daha çok düşündünüz mü, bu şüphe çeker, şüphe uyandırır. Bu bağlamda niyetiniz sorgulanır. 

Şimdi de aşı olmayanlara yasaklar getirmeye çalışan bir zihniyet peydahlanmaya başladı amaçları aşı olmayanları yıldırmak yıpratmak lanet olsun şu aşıyı olayımda kurtulayım dedirtme stratejisidir. Yasal olmayan bu davranış insan haklarına aykırıdır. Gün gelir bu propagandaya alet olmuş şakşakçılar yasalar nezdinde hesap verir.

_Ali Galip Sayılgan_

Kaynaklar:

(1)  https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/asi-karsitiydi-covid-19dan-yasamini-yitirdi-1855752

(2)  https://www.sozcu.com.tr/2021/dunya/pfizer-biontechin-corona-asisini-yaptirdiktan-sonra-oldu-6212832/

(3)  https://www.sozcu.com.tr/2021/dunya/iki-doz-asi-yaptiran-18-isvicreli-oldu-6557384/

(4) https://i2.wp.com/koronadur.metropolfm.de/ohoalilr/2021/07/Korona-Virus-Varyantlar-3.jpg?w=553&ssl=1

 

 

 

GENEL kategorisine gönderildi | ‘AŞI OLMAYANLAR YÜZÜNDEN RİSK ALTINDAYIZ’ DİYENLERE HÖST! DİYEBİLMEK… için yorumlar kapalı

CUMHURBAŞKANI HAKKINDA ‘‘SAHTEKARLIK VE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK GİBİ AĞIR SUÇLAMA’’ YAPANLARA KARŞI NEDEN SAĞIRLIĞI SEÇİYOR?

KENDİSİNİ ELEŞTİREN 68.000, 817 KİŞİYE HAKARET DAVASI AÇTIRAN TAYYİP ERDOĞAN, KENDİSİ HAKKINDA ‘‘SAHTEKARLIK VE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK GİBİ AĞIR SUÇLAMA’’ YAPANLARA KARŞI NEDEN SAĞIRLIĞI SEÇİYOR?

Cumhurbaşkanlığından tutunda, cumhurbaşkanlığı danışmanlarına varana kadar birçok devlet kurumlarını işgal etmiş AKP’li görevlilerin yanı sıra atadıkları bürokratlarda dahil sil baştan hepsinin diplomaları sil baştan kontrol edilmelidir. Böyle bir kontrolde görülecek ki yarıdan fazlasının diploması sahte olduğu ortaya çıkacak. Balık baştan kokarmış şeklinde bir ata sözümüz var, herhalde bu atasözümüz tamda bu durumu anlatmak için söylenmiş.

Ota çöpe her şeye, basit bir eleştirilere dahi Cumhurbaşkanına  hakaret etmekten dava açtıran Tayyip Erdoğan, kendisini nitelikli dolandırıcılıkla itham edenler hakkında acaba neden sağır olmayı seçiyor dersiniz?

Bu konu gerçekten çok ilginç işin içine mahkeme girince Tayyip Erdoğan sessiz kalmayı susmayı yeğliyor. Mesela Yusuf Halaçoğlu “Ben, Cumhurbaşkanına diploman sahte diyorum beni mahkeme vermiyor. Normal başka bir şey olsaydı çoktan verirdi” (*) açıklamasında bile bulundu.

Eğer Yusuf Halaçoğlu gerçekte haksız olsaydı, Tayyip Erdoğan Yusuf Halaçoğlu’nu hakaret ve iftira atmak, itibarını zedelemekten bir milyon kez mahkemeye vermişti. Ne zaman kamuoyunda Tayyip Erdoğan’ın diploması ilgili bir haber çıksa Tayyip Erdoğan ‘şahsım devletinin’ sağır odasına giriyor, sağırlığı seçiyor.

Sahi, ota çöpe dava açan / açtıran Tayyip Erdoğan hakkındaki sahtekarlık gibi ağır ithamlara karşısında sessiz kalmayı yeğliyor dava açtırma sevgisinden mahrum kalıyordu.

AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesini takip eden 3 yılda 68 bin 817 kişiye Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma açılırken 3 bin 414 kişi tutuklattırdığını görmüş olduk. (**)

Bu ülkede duyarlı Cumhuriyet Savcı kalmadığı gibi Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle   68.000, 817 kişiye dava açmada yarışan, diğer bir deyimle Tayyip Erdoğan’a yaranmak için takla atan savcı ve hakimler bu kez Tayyip Erdoğan’ın korumamak için neden dava açamıyorlar? 68.000, 817 kişiye dava açan bu duyarlı hâkim ve savcılar sanki yer yüzünden buharlaşmış gibiler.

Madem ki Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden kişiye karşı sahtekarlık gibi ağır hakaret var, insan Cumhurbaşkanı  makamını korumaz mı? Söz konusu diploma olunca (basit eleştirilere hakaret davası açmakta yarışan savcılar hakimler) adeta kendilerini sağır odaya kilitlemeyi uygun buluyorlar.

Ülke içinde hukuk arayışı tükenince HKP, Türkiye’deki hukuk yolları tükendiğinden dolayı, Erdoğan’ın diploma tartışmasını AİHM’e taşıdığını biliyoruz.

Bir devlet düşünün ki, devletin baş bakanı daha sonra  cumhurbaşkanı oluyor sonra bununla yetinmiyor parlamenter sistemi değiştirip başkanlık sistemine dönüştürüyor bütün bunları yaparken de  nitelikli dolandırıcılık yöntemiyle evrakta sahtecilik yaparak bu suçu işlediği şeklinde ağır ithamlarla dolu suçlamalar  söz konusu. Bu iddiaların içeriği boş gibi gözükmüyor çünkü bu iddialar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AHİM) kadar götürüldü.

AHİM başvuru dosyasını kabul etti. Bu pilavın çok su kaldıracağa  benziyor.

Gelin görünki, konuyu kökünden çözerek kamuoyunu bilgilendiren bir sisteme devletin sahip olması gerekmez mi? Ama  sağır olmayı yeğliyorlar. Kimi zaman sağırlık suçlamaları sessizce kabullenmek anlamına da  gelir. Normal şartlarda devlet böyle bir zan altında bulundurulamaz. Gereken ne ise kamu adına şeffaf davranılır, bu konuda vuku bulan her türlü şaibe ortadan kaldırılır.

Ama yaşadığımız sürece baktığımızda evrakta sahtecilik denilen sahtekarlık yöntemleri devleti devlet olma özelliğinin üstüne kap kara bir şekilde yapışmış durumda.

Daha bununla bitmedi sahte diplomalı başkan kendisine   danışman atar aradan zaman geçer bir de bakarız ki sevgili danışmanında diploması sahte çıkar. Haber şöyle; Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı, Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, eski AKP Milletvekili Hamza Yerlikaya’nın belgede sahtecilik suçundan yargılandığı davada mahkemenin kararına Cumhuriyet gazetesi ulaşmış. Belgeye göre her şey ayan beyan yapılan sahtekarlık açıkça ortada.

Çivisi çıkan devletin mahkeme kurumlarına baş vuran Halkın Kurtuluş Partisi (HKP), “resmî belgede sahtecilik”, “bankacılık kanuna muhalefet”, “görevi kötüye kullanma” ve “nitelikli dolandırıcılık” gerekçeleriyle Ankara Cumhuriyet Başkanlığı’na suç duyurusunda bulundu. (***)

Daha bitmedi; HKP avukatları, Yerlikaya ile birlikte “sahte diplomayı kabul ederek hukuka aykırı kayıt yapan, diplomalar veren ve bu diplomaları kabul eden yahut Yerlikaya’yı atayan kişiler” için de “görevi kötüye kullanma” ve “resmi evrakta sahtecilik” ten dava açılmasını istedi. Dilekçede suçlar şöyle nitelendi:

Resmî Belgede sahtecilik: Yasaya göre resmî belgeyi kullanan kişi kamu görevlisi olması durumunda 3 ila 8 yıl arasında cezalandırılır. Milletvekilliği, Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı bir kamu görevi olmakla şüpheli hakkında bu maddeden kamu davası açılması gerekir

Bankacılık Kanununa muhalefet: Yasaya göre genel müdür yardımcılarının en az 7 yıllık mesleki deneyime sahip olması ve yine en az lisans düzeyinde (hukuk, iktisat, maliye, bankacılık, işletme, kamu yönetimi ve dengi alanlar ile mühendislik alanında lisans düzeyinde öğretim görenlerin ise belirtilen alanlarda lisansüstü öğretim görmüş olmaları ve bankacılık veya işletmecilik alanında en az 10 yıllık mesleki deneyime sahip olmaları) öğrenim görmüş olmaları şarttır. Düzenlenen lise diplomasının sahte olması sebebiyle sahtecilik suçundan hüküm giydiği açık olduğuna göre Vakıfbank Yönetim Kurulu üyeliğine atanması mümkün değildir

Nitelikli dolandırıcılık: Bankacılık kanununa aykırı olarak ve hileli hareketleriyle oraya atanmakla bu suçu işlemiştir. Görevinin derhal düşürülmesi gerekir. Kamu bankası olan kurumdan almış olduğu her türlü ücretin iadesi kamu zararı nedeniyle talep edilmelidir. Yine bu nedenlerle milletvekilliği dahil tüm görevlerindeki işlemleri, imzaları yok hükmündedir. Hepsi geriye doğru araştırılmalı, ödemeler ve varsa başka giderler faiziyle geri alınmalıdır.

Görevi kötüye kullanma: görevlerinin gereklerine aykırı hareket ederek kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız menfaat sağlayan kamu görevlisi 2 yıla kadar hapis ile cezalandırılır.

Mahkeme ne yaptı dersiniz? Sahteciliğin cezasını erteledi.

Daha bitmedi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı Hamza Yerlikaya’nın lise diplomasının sahte olduğuna dair mahkeme kararı çıkması sonrası CHP Sivas Milletvekili Özcan Purçu, konuyu Meclis gündemine taşıdı. Purçu, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlaması istemiyle “Mahkeme kararı ile evrakta sahtecilik yaptığı sabitlenmiş Hamza Yerlikaya’nın, Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil etmesi ve devlet kademelerindeki görevlerine devamı sizce etik midir?” diye sordu. (****)

Şimdi soruyoruz çivisi yerinden çıkmış mevcut devleti yöneten başkanında aynı suçlamalarla yüz yüze olduğunu kamuoyu yakinen bilmektedir. Başkanlık sistemini temsil eden Cumhurbaşkanına hangi mahkeme dava açabildi? Tabiiki açamadı…

Ne yani ‘şahsım devletim ‘in savcısı şahsıma dava mı açacaktı? Tabiiki dava açamayacaktı… Hangi hadle dava açacak sorusu sanırım her şeyi cevaplamaktadır. Hukukun olmadığı yerde sahte diplomalarda olur sahte diplomalarla cumhurbaşkanı bile olunur.

Yukarıda değinmiştim ‘‘balık baştan kokar’’ ata sözümüz aslında her şeyi anlatmış

 

_Ali Galip Sayilgan_

 

Kaynak:

(*)  https://odatv4.com/erdoganin-diplomasi-sahte-diyorum-niye-beni-mahkemeye-vermiyor-0406151200.html

(**)  https://www.haberler.com/cumhurbaskani-erdogan-a-hakaretten-uc-yilda-68-11525431-haberi/

(***) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/iste-akpli-hamza-yerlikayanin-sahte-diploma-davasinin-karari-diplomasi-sahte-1799518

(****) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/chpli-purcudan-oktaya-hamza-yerlikayanin-turkiyeyi-temsil-etmesi-sizce-etik-midir-1800857

 

GENEL kategorisine gönderildi | CUMHURBAŞKANI HAKKINDA ‘‘SAHTEKARLIK VE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK GİBİ AĞIR SUÇLAMA’’ YAPANLARA KARŞI NEDEN SAĞIRLIĞI SEÇİYOR? için yorumlar kapalı

Yüzyılın deccalı ‘sosyal medya’ II

6 Şubat 2017 tarihinde ‘Yüz yılın deccalı ‘sosyal medya’ başlıklı uzun bir yazı yazmıştım.  Sosyal medyanın gizli kapaklı kirli işleri olan diktatörleri nasıl rahatsız ettiğini anlatmıştım. 2017 yılında bu yazı için harcadığım emek boşuna olmadığını ‘‘Erdoğan’dan sosyal medya devlerine mesaj’’ başlıklı haberi okuduğumda daha iyi anlamış oldum.

Erdoğan’ın açıklamalarını iyi dinlediğinizde rahatsızlığının detayları tek tek ortaya çıkıyor. Erdoğan’ı çıldırtan asıl konu kanunların kendisine hakaretten dört yıla kadar hapis cezası öngörmesine rağmen insanlar bunu hiçe sayarak düşünce özgürlüklerinden asla taviz vermemiş olmaları Erdoğan’ı çıldırtmaya yetiyor. Hele birde düşünce özgürlüklerini sosyal medya üzerinden dile getiriyor olmaları yok mu Erdoğan’ı küplere bindirmesi yetip de artıyor.

AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesini takip eden 3 yılda 68 bin 817 kişiye Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma açılırken 3 bin 414 kişi tutuklattırdığını gördü. Bu oran az bir oran değil Guinness Rekorlar Kitabı’na girerse hiç şaşırmam.

Cumhurbaşkanı Erdoğan propaganda bakanının özel çabalarıyla, tarihte ”En Çok Hakaret Edilen Lider”  (rekorunu şimdilik elinde tuttuğunu) söylemek abartı sayılmayacaktır.

Bir yıl içinde 36.000 soruşturma açıldı 4000 kişi ceza aldı böylece Erdoğan’a hakaretten cezalandırılanların sayısı 10.000’i buldu. Bu gerçekten ciddi bir rakam. Cunta lideri Kenan Evren’e hakaret edildiği iddiasıyla sadece 340 kişiye hakaret davası açılmış olduğunu Erdoğan’la kıyaslarsak durumun vahameti daha iyi anlaşılmış olur.

Bu yüzden sosyal medyanın yüzyılın deccalı olarak görülüyor olması bu yüzden interneti Zabt ü rabt altına almak istemesi rakamlara yansıyan hakaret davalarındaki patlama buna ek olarak sosyal medya devlerine yönelik göndermek istediği mesajdan Erdoğan’ın küplere nasıl bindiğinin resmini aslında çizmiş oluyor.

Erdoğan bir yolunu bulsa Twitter’i Facebook’u YouTube’yi vb. sosyal medya ağların tümünü kapatmak istiyor. Kendine yönelik her türlü eleştiriyi hakaret olarak kabul eden Erdoğan’ın gerçekten başı büyük belada.

Suçunu bastıran suçlu edasıyla topluma karşı saray faşizmini nasıl kurduğunu gizleme telaşıyla ‘sıkça faşizme gönderme yaparak’ faşizmi sosyal medya üzerinden nasıl genişletmek istediğini sağır sultanların dahi bildiğini dile getirmek abesle iştigal olacaktır.

Çocukluğumuzda Celal Bayar gibi eski bayat siyasetçiler vardı ve her yıl dillerinden düşürmedikleri kendi kimliğine uygun bir bayat cümle vardı: ”bu bahar komünizm gelecek” şeklindeki  bayat cümleleriyle büyüdük.  Sanırım ‘yüzyılımızın deccalı olan sosyal medya’ bahanesiyle, ‘bahar komünizminin’ bayatlığına öyküne öyküne şimdide Erdoğan faşizminin iklimi, adeta bir kara kış tipisi gibi eseceğe benziyor.

Ali Galip Sayılgan

GENEL kategorisine gönderildi | Yüzyılın deccalı ‘sosyal medya’ II için yorumlar kapalı

Perşembe’nin gelişi


Şimdilerde basında son 15 ayda yapılan 57 anketin ortalaması, “Erdoğan ve Cumhur İttifakı gidici’’ (1) şeklinde yazılıp çiziliyor.

Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir şeklinde bir öz deyişimiz var, bende Perşembe’nin gelişini 06.Eylül.2017 günü ”Hanedanlığın sonuna doğru’’ (2) başlıklı yazımı bir çarşamba gününde kaleme almıştım.

Sizinde gördüğünüz gibi “Erdoğan ve Cumhur İttifakı gidici” (3)  (bu haberin tarihine bakarken mutlaka gününe de bakın) Neymiş? Perşembe olduğunu haber linkine tıklayıp gördünüz.

06.Eylül.2017 tarihli bir çarşamba günü, 24 Eylül 2020 Perşembe gününe atıf yaparken özdeyişimize uygun atıfta bulunmuşum.

Neydi özdeyişimiz? ”Perşembe’nin gelişi çarşambadan bellidir’’ (4) cümlesi idi.  Vikisözlük  şöyle açıklamış: Bir işin sonunun nasıl olacağı şimdiki gidişinden belli olur.

Tabiiki işin içine devlet yönetimi ve hanedanlık girince çarşambanın ertesi perşembeye tekabül etmeyip araya yıllar giriyor olsada bir yıllar önce bir çarşamba günü söylediklerimi perşembe günü

Ne demişti Cumhurbaşkanı, “Bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” (5) demişti.

Halk söylediklerini değil aldığı yetkiyle sarayda kendini nasıl ağırlattığını görmüş oldu. Gelmiş geçmiş bütün Osmanlı padişahlarını saray yaşantısıyla mezarlarında ters döndürmüş oldu. Zira padişahlar padişah olalı kendi saraylarında bile bu kadar lüks yaşayamamıştı.

Bu halk hiçbir şey göremedi dersek yalan olur, cumhuriyetin bütün kazanımlarını tek tek satıp harman savururken, kendi yandaşlarını, cumhuriyet düşmanı gerici tarikatları nasıl zenginleştirdiğini birbir gördü. Birde neyi mi gördü? Türk Ceza Yasası’nın (TCY) 299. maddesi Cumhurbaşkanı’na hakaretten dört yıla kadar hapis cezası öngörüyor. AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesini takip eden 3 yılda 68 bin 817 kişiye Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma açılırken 3 bin 414 kişi tutuklattırdığını gördü. Bakınız kaynak. (6)

Gerçekten en çok kendine hakaret ettiren bir lider olarak yakında Guinness Rekorlar kitabı‘na girerse hiç şaşırmayacağım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan propaganda bakanının özel çabalarıyla, tarihte ”En Çok Hakaret Edilen Lider’’ (7) rekorunu şimdilik elinde tuttuğunu söylemek abartı sayılmayacaktır.

Yeri gelmişken açıklama yapamakta fayda vardır; Erdoğan’ın propaganda bakanı (bu terim bana ait değil) (8) Fahrettin Altun: ”Kara propaganda, manipülasyon ve dezenformasyonla mücadele edeceğiz’’ (9) derken 3 yılda 68 bin 817 kişiye Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma açtırmış olmasını az bulduğunu  böylece doğrulamış oluyor.

‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlaması, ülkede fikir ve basın özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden biri haline geldi. Cumhurbaşkanını ve politikalarını eleştirenlerin acımasızca cezalandırıldığı dönem yanılmıyorsam sadece Hitler dönemine özgü idi.

Geldik mi şimdi,  yine ilk cümlemize; son 15 ayda yapılan 57 anketin ortalaması ne demişti? “Erdoğan ve Cumhur İttifakı gidici’’ demişti,  bir  kez  daha hatırlatayım  06.Eylül.2017 Çarşamba günü ”Hanedanlığın sonuna doğru’’ yazımı kaleme  almıştım, hala çarşambadan sonra perşembeyi anlatmama gerek var mı?

Ali Galip Sayılgan

Dip Notlar:

(1) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/son-15-ayda-yapilan-57-anketin-ortalamasi-erdogan-ve-cumhur-ittifaki-gidici-diyor-1768312

(2)  https://www.özgür-meydan.com/?p=809

(3) https://www.medyafaresi.com/gazeteler/2017-09-06/cumhuriyet

(4) https://tr.wiktionary.org/wiki/Perşembenin_gelişi_çarşambadan_bellidir

(5) https://t24.com.tr/haber/cumhurbaskani-bu-kardesinize-yetkiyi-verin-sunla-bunla-nasil-ugrasilir-goreceksiniz-demisti-tl-50-gunde-yuzde-25-deger-kaybetti,675523

(6) https://www.haberler.com/cumhurbaskani-erdogan-a-hakaretten-uc-yilda-68-11525431-haberi/

(7) https://www.youtube.com/watch?v=0NLLDLyjeA4

(8) https://twitter.com/ATuncayOzkan/status/1260187303839961089

(9) https://www.haberler.com/fahrettin-altun-kara-propaganda-manipulasyon-ve-13610603-haberi/


GENEL kategorisine gönderildi | Perşembe’nin gelişi için yorumlar kapalı

Korona virüsü’nü geliştirip…

PATENT NUMARASI: (EP 1 694 829 B1)

Resmî açıklamalara bakarsanız güzel güzel anlatılan masallara inanıp itaat etme kültürünüzü geliştirirsiniz. Resmi yetkililerin her zaman doğruyu söylemedikleri halka yalan söyledikleri bilinen gerçeklerdir. İşte korona virüsü de bunlardan biridir. Sizin gözünüzün içine baka baka aklınızla alay edilircesine yalan söylenir, sizde bu yalanları doğru sanıp ‘şüphe duymadığınız’ resmi yetkililere inanırsınız.

Resmi ağızların söylemlerine kuşkucu yaklaşıp mevcut durumu sorgulayanlara ortalığı karıştırmaya çalışan ‘komplo teorisi’ üretmekle suçlayan resmi açıklamaların yanında saf tutan kitleler gibi bir güzel secdeye varmış olursunuz.

Hatta resmi açıklamalara bakılırsa canlı hayvan pazarında hayvanlardan bulaştığına dair tuhaf bir senaryoya inandırılırsınız. Çin’in Hubey eyaletine bağlı, Vuhan kenti korona virüsüyle boğuştuğu bir gerçek ama canlı hayvanlardan insanlara bulaştığı tartışmalıdır. Üstelik bu, ileri sürülen tartışmalı sav kocaman kuyruklu yalandır. Mevcut argüman doğru olsaydı binlerce yıldır Çinliler, binlerce kez kırılıp ulusça yok olması gerekirdi.

Bu senaryoya gerçeklik süsü verebilmek için Çinlilerin yarasa yiyor olmaları ciddi bir argümanmış gibi öne sürülmüştür.  Bu yüzden canlı hayvan satılan pazar kurgunun içinde yer alması bir sürü insanın sorgulamadan kabullenmesine, mevcut gerçekliğin gizlenmesine neden olmuştur.

Hala milyonlarca insan yaşadığı panikten mevcut gerçekliği bilmiyor.

Korona virüsünün patent numarası konu başlığında yer verdiğim gibi patentin kendisini de bu yazının ekinde yer vereceğim. Yarasalarda bulunan bir korono virüs türüne bildiğimiz SARS korona virüsünün spike proteinini (virüsün ACE2 reseptörünü kullanarak hücreye girişini sağlıyor olmasını bilerek kodlanmış olması düşündürücüdür.  Genetik materyalini genetik metotla monte edilmesiyle bir çeşit yeni Chimeric (hibrit) korona virüs elde edilmiştir. Üstelik aşısı ilk baştan üretilmesine karşın binlerce insanın ölümüne karşı aşışı gizlenmiştir gizlenmeye devam etmektedir.

Çin’in Vohan kenti Çin’in Avrupa açılan önemli bir pazarıdır, Vohan kentinden tüm Avrupa’ya giden mallar buradan çıkar ayrıca Çin’in 5g teolojisini denediği şehirdir. İlk corona virüs olayının buradan patlak vermesine uyum sağlamaya çalıştırılan Çin’in Hubey eyaletine bağlı Vuhan kentinin halka açık pazarında canlı yarasaların satılması küresel senaryoya çok güzel bir malzeme edilmiştirr. Maalesef dünya ölçeğinde milyonlarca insanın resmi ağızların açıklamış olduğu bu senaryoya inanarak sessiz kalması düşündürücüdür.

Bu virüs hezeyanıyla küresel açıdan yeni dünya düzenine geçişin hayata geçirilmesinin denemesinde kendi haklarına gerçeği açıklamayıp sessiz kalan / susan ulusal devletlerin hükümetleri de işbirlikçidir.

Korona virüsünü patenti alan Fransız Doktor Yves Leyn den ve eşi eski Fransa Sağlık bakanı Agnès Buzyn ve Çin’de bu hastalığı taşıyan yarasalardan bu virüsü ayrıştıran bu konuda makale yazan baskılar karşısında makalesini geri çeken karı koca arkasında bulunan firma kesinlikle insanlığa karşı işlenen bir çeşit kimyasal silah kullanma suçu hassasiyetiyle uluslararası mahkemelerce yargılanmalıdırlar.

Ali Galip Sayilgan

Üretilen virüs’ün patenti

EP1694829B1

GENEL kategorisine gönderildi | Korona virüsü’nü geliştirip… için yorumlar kapalı

Korona virüslü günlerimizde Malthus’un yeri.

Çok uzun yıllardır zaten dijital para kullanıyordum. Elime kâğıt ve demir para hiç geçmiyor. Paralar aşırı derecede Korona Virüsü barındırdığı adeta mikrop yuvası olduğu ispatlanmış durumda bu yüzden kimi ülkeler piyasadaki mikroplu paralarını geri çekip yeniden piyasaya sunuyorlar.

Başka bir rahatsızlığımdan dolayı yaşantımın büyük bir bölümü zaten evde geçirdiğim için bu günün meşhur deyimiyle ”karantina” tümcesini duyunca apansız gülümsemeye başlıyorum.

2020 yılının koronalı virüs günlerinde binlerce insanın ”karantina” ya tabii olduğu şu günlerde ‘demek ki yalnız değilmişim'(!) diyerek gülümsemeye başlıyorum. Eve kapanan kitleleri empati yapmaya çalışıyorum.

1766 – 1834 yılları arasında yaşamış İngiliz İktisatçısı Malthus, nüfus teorisi, gıda üretimindeki artışın, nüfus artışından daha yavaş olacağını ve buna bağlı olarak yaşam refahının düşeceğini öne süren teoridir.

Bu yüzden Malthus, geç evlenmek, az sayıda çocuk sahibi olmak vb. hareketlerin teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyordu.

Yine Malthus’a göre toplumsal sefaletin en büyük nedeni alt sınıflardı ve bu yüzden bu tür bir nüfus planlaması üst sınıflardan ziyade alt sınıflara uygulanmalıydı.  

Fakir halk kesimlerine yapılan (özellikle kamusal) yardım programlarına karşı çıkmıştır. Her türlü toplumsal müdahaleye ve yardıma muhalif olmuştur.

Malthus ‘un düşünceleri daha kendisi hayattayken büyük tartışmalara neden olmuştur.

Bugün hala Malthus’u savunanlar bulunurken, onu eleştirenlerin de sayısı hayli fazladır.

Her ne kadar Malthus ‘un ve Neo-Malthusçuların 20. yüzyıl için öngördükleri sefalet ve kriz (aşırı nüfus artışı karşısında yetersiz gıda üretimi) yaşanmamış olsa da, bu tür bir krizin yaşanmamasında gelişen teknolojinin payı büyüktür derler.

Karl Marks ve Friedrick Engels ‘Nüfus sorunu ve Malthus’ isimli eserinde şiddetle eleştirirler. Eserlerinin bir yerinde Malthus’u şöyle betimlerler: ”Yazarının niyeti ne olmuş olursa olsun, Maltusçu nüfus teorisi başında ne idiyse sonuna dek öyle kaldı- çalışan halkın içinde bulunduğu durum için bir özür ve toplumsal koşulları düzeltmek için yapılacak tüm girişimlere karşı bir ihtar oldu.

Bu şekliyle, Malthus ‘un yaşadığı süre boyunca, bu teori, ona, sadık bir uşak gibi hizmet etti. Ve Malthus ‘un ölümü üzerinden yüzyılı aşkın bir süre geçtikten sonra bugün de hala sadık uşak hizmeti görüyor.” (Sol Yayınları, Sayfa:17)

Tarih Thomas Robert Malthus’u haksız çıkarmıştır. 20.yy kadar geçen onca sürede yoksul insanların insan popülasyonun artışıyla Malthus ‘un uşaklığını yaptığı üst sınıfın yaşam standartları hiç bozulmamıştır aksine servetine ve lüksüne servet ve lüks katarak dünyayı yönetmede etkin görevler aldıklarını sağır sultanlar bile bilir. Marks ve Engels’in eserlerinde tanımladıkları gibi, kapitalist tekellerin uşaklığını yaptığını tarih bir kez daha tescillemiştir.

Gelinen noktada korana virüslü günlerimizde biz, ibretlik Malthus’u anmadan geçemezken Malthus ‘un fikriyatıyla hareket eden dünya kapitalist düzeni korana virüsünü kendisine rakip ekonomi olarak gördüğü Çin’de yaydığını bu vesileyle yeni bir dünya düzenine geçmek için deneme yaptığı şeklinde özellikle Amerikan emperyalizmine karşı suçlayıcı ciddi makaleler yayınlanmıştır.

Korana virüslü günlerimizde sanırım gelişmeler çok şeylere gebe kalacak. Virüslü günlerden kimyasallı günlere umarım varmayız. Kimyasallı gerçek nüfus planlamasıyla bu gelişme Malthus ‘un zırva teorisine hizmet eder.

Korona virüslü günlerimizden mikrop barındıran paraya, (paranın alternatifi olan dijital paraya), karantinaya, hatta Malthus’a varana kadar birçok konuya değindim Kovid-19’a karşı okurdaşlarıma bol moral bol dirençli aydınlık dolu güzel günler dilerim.

_ Ali Galip Sayilgan _

GENEL kategorisine gönderildi | Korona virüslü günlerimizde Malthus’un yeri. için yorumlar kapalı

24 Haziran2018 doğabilecek bir kaos’un…

BİR ANALİZ…

Birinci emare, kalpazan Türkiye’den kaçacak.

İkinci emare ise; bir iç savaş çıkartıp kendi muhaliflerini kanla bastıracağını gösteriyor.

Biz her ne kadarda önce birinci emareden başlamış olsak da bana ikinci emare daha mantıklı geliyor. Birinci emareye ilişkin kaçarsa nereye kaçar?  Sorusu ilk akla takılan soru olsada buna biz cevap olarak kaçsa kaçsa Katar’a kaçar şeklinde cevap verebiliriz…

Türk dilinde sahte para basanlara kalpazan denildiğini biliyoruz. Aynı bir resmi para gibi resmi bir evrak olan diplomanın sahte olarak basılması veya üzerinde oynanarak sahtecilik yapılması gibi eylemlere kalpazanlık tanımını kullanmakta bir beis görmüyorum.

Anayasaya göre diplomasız birinin kalpazanlık yoluyla Cumhurbaşkanı makamına gelmesi demek ülkenin nasıl bir vahamet içinde olduğunu hayal bile edemezsiniz. Cumhurbaşkanı sıfatıyla yapılan her şey, her kanun, her türlü hükumet kararı ve daha da kötüsü uluslararası anlaşmalar geçersizliğini koruyacağına göre bu türden bir gelişmenin içselleşmesi  demek Türkiye’nin gündemine  tarifi imkansız bir kaosun Hiroşima’ya  atılan atom bombasıyla eş değerde oluşunu  ister istemez tartışmış olacağız.

Eldeki veriler gösteriyor ki, güvendiği Arapların kendisini çok rahat bir şekilde satacağını bildiği için, görünen o ki diplomasız kalpazanın yatacak yeri olmadığı gibi, gidecek yerinin de olmadığını gösteriyor…

Kaçıp kendini sağalama alacak kalıcı bir yeri olmadığına göre, geriye ikinci emare kalıyor buda önceden hazırladığı paramiliter silahlı gruplarını devreye sokmak. Gerekiyorsa iç savaş çıkartıp kendi muhaliflerini kanla bastırması kalıyor ki, bunu yapmaması için hiçbir neden olmadığı gibi kendisi ve geleceği açısından bunu böyle yapmaya mecburdur.

Bu yüzden yeter ki, 24 Haziran 2018 seçimi kaybetsin bahsettiğim bu iki emarenin yazgısı toplumun başına çorap gibi geçirileceğe benziyor.

En büyük hülyası bu ülkeye kendisini ağırlattırmak üzere yaptırdığı saray sefasını tıpış tıpış terk edeceğini düşünüyorsanız çok safsınız.

Herkesten daha iyi biliyor ki malumumuz olan kalpazan, mevcut iktidarı kaybettiğinde mutlaka ve mutlaka yargılanacağını çok iyi biliyor.  Zira konumuz olan kalpazanın suçları kendi boyundan büyük. Kimyasal gaz sevkiyatı gibi ağır suçlar olan savaş suçundan tutunda, 15 Temmuz darbe kumpasını örgütlettirmesine, bu ülkenin milli değerlerini yabancı ülkelerin elemanlarına peşkeş çekmesine varana kadar suçları vatana ihanet düzeyindedir.

Oda biliyor ki kendisinin sonu, emsali olan diktatörlerden farklı olmayacak. Bu yüzden iktidarını kaybetmeye tahammül gösterebilmesi mümkün değildir. Bunun için paramiliter örgütlenmesi olan gerici Osmanlı Ocakları vs. gibi örgütlenmelerin silahlı eğitimden geçirildiği daha önce kamuoyuna yansımıştı.

Muhalefeti oluşturan kesim oldukça çok saf ve iyi niyetli olmalı ki, başlarına gelebilecek tehlikeden bihabermişçesine davranış reflekslerinde beliren vurdumduymazlık bu türden senaryonun varlığından bihaber yaşamın içindeki muhalefet davranışları tek hücreli canlıların ilkel yaşama adaptasyonunu çağrışım yaptırıyor.

Trajik komik olacak ama muhalefetin kontrgerilla önderliğinde örgütlü paramiliter saldırıya karşı hiçbir ön hazırlığı olmadığı için acı bir hüsran muhalefeti bekliyor.

Unutulmasın ki, Cehenneme giden yolun taşları da iyi niyetle döşenmiştir. Fazla uzağa gitmeyelim yakın tarihe baktığımızda Şili buna iyi bir örnektir.

Ali Galip Sayılgan

GENEL kategorisine gönderildi | 24 Haziran2018 doğabilecek bir kaos’un… için yorumlar kapalı